Gelişmekte olan ekonomiler ya da bazılarının tercih ettiği şekliyle gelişmekte olan piyasalar, genel kabul görmüş bir tanımı olmayan kesin olmayan bir terimdir. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) da belirttiği gibi, bu geniş gruptaki ülkelerin bazılarının ekonomik kalkınmada diğerlerinden çok daha ileri bir aşamada olması nedeniyle ‘tek tip bir anlatıma meydan okuyan’ ‘çeşitli bir evren’dir.
Bu ekonomiler sadece birbirlerinden farklı olmakla kalmayıp, diğer gelişmekte olan ekonomilerle aralarındaki ayrımı yapmak da bazen zor olabilmektedir. Örneğin, merdivenin en alt basamağında yer alan birçok gelişmekte olan ekonomi, düşük gelir ve yaşam standardı, sınırlı ekonomik kaynaklar, zayıf altyapı, yüksek yoksulluk oranı, zayıf kurumsal kapasite ve dış şoklara karşı yüksek kırılganlık gibi özelliklere sahiptir.
Ancak Dünya Bankası ve diğerlerinin de belirttiği gibi yükselen ekonomilerin genel ölçütleri arasında sürekli pazar erişimi, hızlı sanayileşme, ticaret ve yatırım akışlarının genişlemesi, daha hızlı GSYH büyümesi, kişi başına düşen gelirin artması, yerleşik finansal sistem altyapısı ve daha fazla ekonomik uygunluk yer almaktadır. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin (orijinal BRICS ülkeleri), Güney Afrika ile birlikte, 2000 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde büyüyen GSYH’leri ile gelişmekte olan ekonomiler arasında en önde gelenler olarak kabul edilmektedir.
Yatırımcılar genellikle gelişmekte olan piyasa ekonomilerini, politika tutarsızlıkları da dahil olmak üzere siyasi istikrarsızlık ve bazen küresel ekonomik gerilemelerin bir sonucu olarak döviz dalgalanmaları gibi faktörler nedeniyle risk oluştursalar bile, sundukları iş fırsatları nedeniyle cazip bulmaktadır.
Beklendiği üzere, gelişmekte olan ekonomiler beraberinde artan sanayileşme, kentleşme ve tüketici talebini getirmekte, bu da bazen farkında olmadan da olsa sosyal eşitsizlik ve adaletsizlik, çevresel bozulma ve doğal kaynakların hoyratça sömürülmesi gibi sorunlara yol açmaktadır. Bu zorluklar, çevresel, sosyal ve ekonomik hususların iş faaliyetlerine entegre edilmesiyle ilgili olan sürdürülebilir iş uygulamaları kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ekonomik refahı sağlarken çevrenin korunması ve sosyal adaletin teşvik edilmesine yönelik kritik ihtiyaç, kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilir kalkınma konusunda küresel bir otorite olan seri girişimci John Elkington gibi isimler tarafından öncülük edilmiştir. Norveçli saygıdeğer devlet kadını Gro Harlem Brundtland’ın liderliğindeki Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, 1987 tarihli “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporunda sürdürülebilir kalkınmayı özetle “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak” olarak tanımlamıştır.
Bu tanım, adil ve kalıcı bir ekonomik, sosyal ve çevresel kalkınmaya duyulan ihtiyacı vurgulayarak sürdürülebilirliğin çok önemli bir yönünün altını çizmektedir. Dolayısıyla, gelişmekte olan ekonomiler bağlamında sürdürülebilirlik, ekonomik büyümeyi sosyal ve çevresel hususlarla dengeleyen bir kalkınma modeline ayrıcalık tanır ve bu nedenle geleneksel büyüme odaklı yaklaşımdan, ekonomik faaliyetlerin çevre ve dolayısıyla halklar üzerindeki uzun vadeli etkilerini dikkate alan daha dengeli ve kapsayıcı bir paradigmaya geçişi gerektirir.
Uzun süredir fosil yakıtlar tarafından yönlendirilen küresel bir ekonomide, sürdürülebilir iş uygulamaları, diğer şeylerin yanı sıra, insanlık için ciddi bir tehdit oluşturan sera gazı emisyonlarını azaltmak için herkes tarafından, bu özel bağlamda işletmeler tarafından çevre dostu programların benimsenmesi ihtiyacını ifade etmektedir. İş sektöründe, temel hedeflerinden biri 2050 yılına kadar sıfır net emisyona ulaşmak olan bu paradigma değişimi, giderek artan bir şekilde ESG (Environmental, Social and Governance) kısaltmasıyla ifade edilmektedir.
Çevresel, bir kuruluşun gezegen üzerindeki etkisinden bahsederken, Sosyal, kuruluşun insanlar (yani personel, müşteriler ve geniş toplum) üzerindeki etkisini ifade eder. Yönetişim, şirketin sadece yukarıdaki iki açıdan değil, aynı zamanda genel olarak iyi bir kurumsal vatandaş olarak nasıl yönetildiğini somutlaştırır. Eski güzel kurumsal sosyal sorumluluğu (CSR) yeni ortaya çıkan ESG’den ayıran şey, birincisi bir kuruluşun faaliyetlerindeki etik davranışına geniş bir şekilde odaklanırken, ikincisinin özellikle iklim değişikliği ışığında sürdürülebilirliğini değerlendirmek için kriterlerin altını çizmesidir. Futurelearn.com’daki arkadaşlar İnsan, Gezegen ve Kârı sürdürülebilirliğin üçlü alt çizgisi olarak tanımladılar. İş dünyasında birbiriyle çelişen bu unsurları dengelemek, işletmeler için büyük bir zorluk olmaya devam etmektedir.
Gelişmekte Olan Bir Ekonomi Olarak Nijerya: Sürdürülebilir İş Uygulamalarının Zorluğu
Yaklaşık son yirmi yıldır Nijerya, Afrika’nın en büyük ve en iyi gelişmekte olan ekonomisi konumunda olmak için Güney Afrika ile çekişmektedir. Güney Afrika şu anda en üst sırada yer alsa da Nijerya da çok uzakta değil. Nijerya ekonomisi, dünya çapında övgüyle karşılanan donanımına rağmen yavaş büyüme, yükselen enflasyon ve yüksek işsizlik gibi zorluklardan muzdariptir. Petrol ihracatına aşırı bağımlılığı, yetersiz altyapısı ve sürdürülebilir olmayan iş uygulamaları, kapsayıcı ve sürdürülebilir kalkınmayı gerçekleştirme kabiliyetini engellemiştir.
Küresel ekonomi sürdürülebilirlik ve çevresel sorumluluğa doğru kaydıkça, gelişmekte olan bir ekonomi olarak Nijerya’nın küresel olarak rekabetçi ve ilgili kalabilmek için ekonomik stratejilerini uyarlaması gerektiğini savunuyorum. Dünya Bankası tarafından 218,5 milyon olarak tahmin edilen nüfusuyla Afrika’nın en büyük ekonomisi olan Nijerya, sürdürülebilir ekonomik büyüme arayışında önemli zorluklarla karşı karşıya. Bu durum, çevre üzerinde olumsuz etkileri olan maden çıkarma faaliyetleri için bir platform oluşturan doğal kaynak bolluğuna rağmen böyledir. Büyük bir nüfusa sahip olan Nijerya’da sürdürülebilir olmayan herhangi bir iş uygulamasının küresel ölçekte ciddi sonuçları olabilir.
Nijerya ekonomisi büyük ölçüde petrol ihracatına bağımlıdır. Petrol, Nijerya’nın döviz gelirlerinin yaklaşık yüzde 90’ını oluşturmaktadır. Bu durum ülkenin kırılganlığı için yeterli bir sebeptir çünkü petrolün küresel fiyatı dalgalandıkça Nijerya ekonomisi de bunu takip etmektedir. Bu durum, resmi olarak litre başına N1,000’in üzerine çıkan (NNPC, 2024) ve ülkenin bazı bölgelerinde yaklaşık N1,300’e ulaşan fiyat farklılıkları yaratan benzinin pompa fiyatında görülmüştür.
Bu durum aynı zamanda piyasadaki çeşitli emtialar için fiyat dalgalanmaları yaratmış ve ülke ekonomisini küresel olayların yarattığı şoklara maruz bırakmıştır. Bunlar ve daha fazlası ülke için durgun ve tutarsız ekonomik büyümeyle sonuçlandı. Ulusal İstatistik Bürosu (NBS) 2024 yılının ilk çeyreği için yıllık büyüme oranını %2.98 olarak açıkladı. NBS’ye göre “Bu büyüme oranı 2023’ün ilk çeyreğinde kaydedilen %2.31’den yüksek, 2023’ün dördüncü çeyreğindeki %3.46’lık büyümeden ise düşüktür. GSYH’nin 2024’ün ilk çeyreğindeki performansı esas olarak %4,32’lik bir büyüme kaydeden ve toplam GSYH’ye %58,04 oranında katkıda bulunan hizmetler sektörü tarafından yönlendirilmiştir. (SERİ 1)