Makale

Geri Dönüşüm, Sürdürülebilirliğin Bir Parçası, Ama Tümü Değil

Günümüzde, tekstil ürünlerinin yüzde 69’u sentetik malzemelerden oluşuyor. Polyester, bunların içinde en yaygın olanı. Ve bütün elyaf üretiminin yüzde 52’sine karşılık geliyor. Moda endüstrisi, çevre kirliliğinde önemli bir payı olan polyestere bağımlı. Ama ekolojik hareketlerin ve çevreye duyarlı tüketicilerin kaygılarını da görmezden gelmiyor. Ve neden olduğu polyester kirliliğini, atık pet şişelerin geri dönüştürülmesi yoluyla çözdüğünü iddia ediyor.

Decathlon, Mango ve Zara gibi küresel moda markalarının neredeyse tamamının artık "sürdürülebilir", "bilinçli", "sorumlu" veya buna benzer duyarlı koleksiyonları bulunuyor. Ve serbest piyasanın ‘bilimsel serbestliğiyle’, hiçbiri tutarlı bilimsel bir yaklaşıma dayanmayan bu kavramları, markaların kendileri serbestçe tanımlıyor. Bunun için yeterli veya hiçbir bilimsel kanıt bulunmamasına karşın, örneğin, giysiler ‘geri dönüştürülmüş’ olarak etiketleniyor. 

Giderek daha fazla sayıda marka geri dönüştürülmüş polyestere geçerken, bu dönüştürülmüş malzemeden yapılan ürünlerini "daha sürdürülebilir" veya "bilinçli" bir seçim olarak tanıtıyor. Markaların iddialarıyla ilgili bir araştırmada, örneğin, H&M'in iddialarının yüzde 96'sının, ASOS'un yüzde 89'unun ve M&S'in yüzde 88'inin yönergeleri bir şekilde ihlal ettiği tespit ediliyor.

Başka bir örnek, H&M’in Paris'teki bir mağazasından. Mağazada, ‘geri dönüştürülmüş’ etiketi bulunmayan kıyafet bulmak zordur. Gerçekten de koleksiyondaki polyesterin yüzde 79'u geri dönüştürülmüş polyesterdir. Ama yine de etiket, içinde kayısı bulunmayan kayısı reçeli kadar doğru/yanıltıcıdır. Zira, kavramın esnek kullanımı sayesinde, marka polyesteri geri dönüştürürken, tüketici eski kıyafetin yeni kıyafete dönüştüğünü düşünür. Oysa, eski kıyafet artık çöptür. Ve küresel dev markaların geri dönüştürülmüş polyesteri dahi ayıklanması zor eski kıyafetlerden değil fakat büsbütün farklı bir tedarik zincirinden, plastik şişe endüstrisinden gelir. Geri dönüştürülmüş polyesterin yüzde 93’ü pet şişedir.

Moda endüstrisinin bu polyester bağımlılığı sayesinde, hiç değilse günümüzde şehirlerden denizlere taşan pet şişe kirliliğinden kurtulmak, yine de iyi değil midir?

Durum, göründüğü gibi değildir. Atık pet şişeler, normalde zaten gıda sektörü tarafından toplanır ve geri dönüştürülür. Ama moda sektörünün devreye girmesiyle, geri dönüştürülebilir atık şişeler için yarış başlar. Üstelik, gıda sektörü bağlamında plastiğin sağlığa doğrudan zararları iyi çalışılmış bir konuyken, giyilebilen plastikler söz konusu olduğunda, literatür daha sınırlıdır. Ve moda markaları ‘daha fazla araştırma’ yapılana kadar, plastik kullanımına dizginsiz devam eder. Durum o kadar ciddileşir ki içecek endüstrisi temsilcileri Avrupa Parlamentosu’na bir mektup yazarak, sırf ‘yeşil iddiaları’ için kendi atıklarını kullanan moda markalarından yakınır.

Elbette, çevre kirliliği açısından sorun, bu pet şişeleri kimlerin kullanacağı değildir. Ama gıda veya ambalaj sanayinde kaldığı sürece 5-10 kez geri dönüştürülebilen polyester, moda sektörüne geçtiğinde neredeyse sadece bir kez kullanılır. Ve kumaşın içinde başka bileşenlerle karıştırıldığından ve/veya geri dönüşüm kalitesi, giyim için uygun olmadığından geri dönüşsüz çöpe atılır.

Moda sektöründeki bu kısa ömründe, gerçi polyester işini yapmıştır. Ve yol kenarında atık bir pet şişeyken, bir kez olsun ışıklı vitrinlerde boy göstermiş ve geri dönüşümün, o kendi kuyruğunu takip eden ve takip ettikçe ‘sürdürülebilir bir tüketimin’ ilelebet süreceği güvencesini veren üçlü okunu, üzerinde son bir nefes gibi taşımıştır!

Artık vücudumuzun birçok kısım ve salgısında mikroplastiklere rastlanıyor

Sorunun büyüğü, moda sektörüne ‘terfi eden’ pet şişelerin ekonomik tek kullanımlığı da değildir. Bilindiği gibi, mikroplastikler bütün besin zincirini etkileyen yeni bir küresel sağlık/ekoloji sorunudur. Plastik atıkların suda veya toprakta, fiziksel ve kimyasal olarak ayrışmasıyla oluşan bu mikroskopik plastik parçacıklarının hava, su veya gıda yoluyla tıpkı başka canlılar gibi insan bedenlerine de nüfus ettiği biliniyor. Ve güncel araştırmalara göre, ciğerlerden böbreğe, kan ve testislerden plasenta ve anne sütüne kadar, artık vücudun birçok kısım ve salgısında mikroplastiklere rastlanıyor.

Kuşkusuz, plastik atık sorununu moda sektörü yaratmadı. Ama sırf, pet şişeden üretilmiş kıyafetleri bir duyarlılık olarak satmak için, bu geri dönüştürülmüş fakat geri dönüşsüz atıklarıyla mikroplastik sorununa kendi ‘katkısını’ yapıyor. Bilimsel argümanlar yerine ok işaretlerinin kullanıldığı, markaların ‘sürdürülebilirlik literatüründe’ tıpkı geri dönüşüm gibi, ok işaretleriyle betimlenen başka bir kavram da döngüsellik/dairesellik.

Zaman oku, bilinir, tek yönlü bir oktur. Ve daima, tek yönde ilerler. Denklemin nasıl kurulduğuna bağlı olarak, kültürde bu tek yönlülük artmayı, azalmayı veya yaşlanmayı, ama daima geri dönüşsüzlüğü ifade eder. Çöreklenip, kendi kuyruğunu takip ettiğindeyse, durum değişir. Ve mevcut olanın ilelebet sürdüğü bir ideale kavuşur. Ki bu da sürdürülebilirlik idealiyle uyumludur.

Zira, sürdürülebilirlik soyut bir idealdir. Ama onu gerçekleştirmek için, kendisi de birbirini kovalayan üç okla betimlenen geri dönüşüm gibi somut yöntemler söz konusudur. Bu anlamda, sürdürülebilirlik geri dönüşüm demek değildir. Ne de tersi doğrudur. Zira, kıyafetlere dönüştürülen pet şişeler, ilkinde değilse ikincide, çöplüğe geri ‘kavuşur.’

Peki, döngüsellik ‘sürdürülebilir bir moda endüstrisi’ iddiasının neresinde yer alır?

Önce tanımına bakarsak… Daha ziyade atık yönetimine ait olan bu kavram, atıkların çevresel bir kirliliğe neden olmayacak şekilde doğada yok olabilmesi veya kalitesini yitirmeden geri dönüştürülebilmesi anlamına gelir. Ama tıpkı diğer kavramlar gibi, endüstrinin ‘literatüründe’ döngüselliğin tanımı da muğlaklaşır. Ve ürünlerin bakımı/onarımıyla yeniden kullanılmak veya geri dönüştürülmek üzere sistemin içinde daha uzun süre tutulması şeklinde tanımlanır.

Ama elmanın ne demek olduğunu anlamak için nasıl Platon’un elma ideasındansa elmanın kendisine bakıyorsak, döngüselliği anlamak için de kâğıt üzerindeki tanımlarındansa onu bir iş modeli olarak benimseyen işletmelere ve bunların sistemin neresinde yer aldıklarına bakalım.

Asya’nın terhânelerinde ve Oliver Twist’in ‘yaşadığı’ erken sanayi kapitalizmini hatırlatan ağır şartlar altında kadınlar, çocuklar ve kaçak göçmenler, küresel dev markalara kıyafetler diker. Kıyafetler buradan alınıp, onları satın alabilen müşterilerin bulunduğu pazarlara taşınır. Çoğu satılmaz. Ve yıllık X ton fazlalık, onları üreten veya satın alamayacak kadar yoksul ülkelere atık olarak geri döner.

Bunun bir yerinde, döngüselliğe dayalı iş modeli araya kaynar. Ve raf ömründe müşteriyle buluşmayan veya defolu ürünleri ‘yenileyip’ satışa sunarak, onları çöpe gitmekten ‘kurtarır.’ Ve ‘döngü’ tamamlanmış olur. Doğrusu, başladığı noktaya geri dönmek anlamında, sistem zaten döngüseldir. Zira, bu yeni iş modeli o tişörtü dikildiği yere çöp olarak geri dönmekten kurtarmaz, fakat çöpten önce bir kez daha satar.

Öyle bile olsa, bir ürünün sistemin içinde daha uzun süre kalıp, daha fazla kullanılması, yine de iyi bir şey değil midir?

Kuşkusuz, iyidir. Ama mahalle aralarının ihraç fazlası veya defolu ürün mağazaları ve Salı Pazarlarının yıllardan beridir yaptığı, zaten bu değil midir? Belki pazarcının, “Bana gelişi bu!” iddiasından başka satacak ne ‘sürdürülebilirliği’ ne de ‘döngüselliği’ vardır. Ve “beni alarak dünyada büyük bir fark yarattığını” da düşünmez. Oysa fark, tam da buradadır. Ve söylemleri ve reklamlarındaki çevre vurgusundan, ‘döngüselci girişimcinin’ pazarcıdan farklı ne sattığı anlaşılır. Sattığı tişört değil, fakat ‘döngüselliğin’ kendisidir!

Serbest piyasada, satış serbesttir. Ama satıştan da önemlisi, sistemin kendi kendini aklayan ideolojik manevrasıdır. Ve tıpkı iklim değişikliğinin sorumluluğunun ‘duşunu sıcak suyla alan’ bireylere yıkılması gibi, moda endüstrisinin yarattığı küresel atık da böylelikle bireylerin üzerine kalır. “Almazsan, çöpe gidecek!” ise, denizlere taşan bu çöp kimin suçudur?

‘Döngüselci işletmelerin’ kendilerini hızlı modaya alternatif olarak sunmaları ise artık ideolojik bir tercih değilse, ancak ‘iyi niyetli’ bir reklamdır. Zira, hızlı modanın teşvik ettiği, sürekli yenilenen model talebine yaslanır. Ve çevreye değilse de çevreye-duyarlı-tüketicilerine duyarlı markalardan ‘bağış’ alır. Elbette, ‘davası’ ne küresel markalarla ne de duyarlı tüketicilerledir. Ama o ‘yenilenmiş tişörtü’ satın almayarak, göz göre göre çöpe gitmesine neden olan ‘bilinçsiz bireylerledir!’

Bir kez daha, sorun çöpe gidecek ikinci el veya hiç giyilmemiş kıyafetlerin, ihtiyaç sahipleriyle buluşturulması sorunu değildir. Sırf ilgili bir vakfa (OR) bağış yapıyor diye, döngüsel ekonomiye doğru gittiğini iddia eden, oysa piyasaya her gün altı binden fazla yeni model süren küresel dev SHEIN örneğinde olduğu gibi, çoğu daha baştan atık olarak üretilen, aşırı üretim krizidir.

Birey, bu ifadenin ikinci kısmında. Adorno’nun mesajı, modern kapitalist sistemde, bireyin kaçışsızlığı. Bu kaçışsızlık, moda endüstrisinde de tüketimden tüketirken kendini suçlu hissetmeye, bütün renkleriyle beliriyor. Elbette, sektörde çevreye duyarlı insanlar var. Ve atık/tüketim sorununu dert edinip, iyi niyetle iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Ama günün sonunda bu iyi niyetleri ancak uygun, verimli bir iş modeline dönüşebilirse hayatta kalıyor. Ki bu hayatta kalış, iyi niyetin ölümüanlamına geliyor. Daha az üretmek gibi ‘safça’ bir seçenek, elbette bir iş modeli değil. Ve ancak büyüyerek ayakta kalabilen bir ekonomik sistemde, sürdürülebilir tek şey, o halde, tüketimin kendisidir!

Son olarak, sistemin, duyarlı tüketicilerin doğaya gösterdikleri şefkati dahi meta dolaşımına dahil edebilme yeteneği ve ‘yanlış hayattan bu kaçışsızlığa dair kişisel bir gözlem… Moda endüstrisinin neden olduğu çevresel sorunlara değindiğim geçmişteki bir yazımdan sonra, bazı şirket temsilcilerinden mesajlar almıştım. İyi niyetlerinden kuşkum yok. 

Ama sistemin, ne kadar ‘yıkıcı’ da olabilse dışarıdan her eleştiriyi ve dışsal olan her kaygıyı içine alabilme ve onu, bir ‘duyarlılık pazarında’ meta dolaşımına dahil edebilme esnekliğini göstermesi bakımından, mesajlar ilginçti. Bu eleştiri-geçirmez esneklik akla, toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği bir zamanda, vitrinleri kaplayan gaz maskeli, parkalı ve genel olarak, aktivizm temalı mankenleri getirir.



Yorum yaz...

Teşekkür ederiz. Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.
Üzgünüm. Yorumunuz gönderilemedi. Lütfen tekrar deneyin.
  • (Yayınlanmayacak)