Dünya, artan akut halk sağlığı sorunları ve iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle mücadele ederken, binaların bu konulardaki önemine değinmekte fayda var. Evet, binalarımız sadece fiziksel yapılar değil, aynı zamanda refahımızı büyük ölçüde etkileyen önemli unsurlardır. Politika yapıcıların da artık bu gerçeği fark etme vakti geldi.
Binalar, sağlık sonuçlarımızı derinden etkileyen önemli faktörlerdir. Örneğin, daha sağlıklı iç mekânlar sağlık açısından faydalar sunarak yıllık 200 milyar dolarlık ekonomik kazanç potansiyeli taşır. İç mekân havalandırmasının iyileştirilmesi, bilişsel işlevleri yüzde 101’e kadar artırabilir ve kişi başına yılda 7.500 dolara kadar verimlilik artışı sağlayabilir. Ancak bu sayılara rağmen, çoğu politika yapıcı hâlâ binalara, mekânlara ve bu alanlarda geçirdiğimiz büyük zaman dilimine yeterince odaklanmamaktadır.
Binalar, sadece sağlığımıza destek olmakla kalmaz, aynı zamanda iklim değişikliği ile mücadelede de önemli bir rol oynayabilirler. Şu anda değişen iklimin etkilerine giderek daha fazla maruz kaldığımız bu dönemde, sağlık açısından güçlendirilen binalar, fırtınalara karşı gerçek ve mecazi sığınaklar olarak hizmet edebilirler. Aşırı sıcaklık ve sel gibi sağlık tehditlerine karşı mücadele ederken aynı zamanda üretkenliği, konforu ve yaşam kalitesini artırabilecek şekillerde tasarlanabilirler. Kapsamlı bir yaklaşım benimseyerek, binalar iç mekân hava kalitesi, su kalitesi, termal konfor, acil durum planlaması, bütünleştirici tasarım, sağlıklı ve sürdürülebilir malzemeler, sağlıklı aydınlatma ortamları ve gıda güvenliği gibi sağlığa dayanıklı alanlara öncelik verebilirler.
Bu strateji alanlarından birine daha yakından bakalım: İç mekân hava kalitesinin artırılması.
Temiz iç mekân havası, ozon kirliliği ve orman yangınlarından kaynaklanan duman kirliliği gibi bilinen iklim etkilerine karşı koruma sağlamak için önemlidir ve bu, ince partiküllerin havaya salınmasıyla ilişkilendirilen kronik / akut kardiyovasküler ve solunum sağlığı sonuçları riskini azaltabilir. Ancak artan sıcaklıklar, yoğun yağışlar ve yükselen karbondioksit seviyeleri nedeniyle iç mekân hava kalitesi endişeleri de artmaktadır. Bu faktörler astım ataklarını ve diğer solunum yolu rahatsızlıklarını artırabilir.
İklim değişikliğine karşı bizi koruyabilecek sağlıklı bina stratejilerinin, obezite ile mücadeleden uyku düzeninin iyileştirilmesine, kalp hastalığı riskinin azaltılmasından solunum yolu hastalıkları ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasının azaltılmasına kadar bir dizi sağlık sorununa yardımcı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Geçtiğimiz yıl Building and Environment dergisinde yayınlanan bir araştırma, WELL Bina Standardı sertifikalı binaların çalışan memnuniyetini yüzde 28, refahlarını yüzde 26, zihinsel sağlık puanlarını yüzde 10 ve üretkenliği medyan noktalarını yüzde 10 artırdığını gösterdi. Bu sonuçlar, daha sağlıklı mekânların işe devamsızlığı azaltma, bilişsel işlevleri artırma ve şirketler için daha düşük sağlık hizmetleri maliyetleri sağlama potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.
COVID-19 salgını, bina politikalarında özellikle havalandırma ve iç mekân hava kalitesi ile ilgili ciddi eksiklikleri açıkça gösterdi. Maalesef, binalarımızın çoğu virüse karşı koruma görevini yerine getirmek yerine, bizi yeterince korumak için hazırlıklı değildi.
Geleceğin zorluklarını öngördüğümüz için, sağlık odaklı bina politikası argümanı hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Neyse ki, sağlıklı bina iyileştirmelerini hızlandırmayı amaçlayan bazı yeni yasal öneriler görmeye başlıyoruz. Binalara yönelik kamu yatırımları büyük bir politika fırsatını temsil ediyor. Politika yapıcılar için en önemli soru, bu yatırımların iç mekân kalitesini iyileştirmeye odaklanırken aynı zamanda halk sağlığı sonuçlarını da dikkate alıp almayacaklarıdır. Bu sağlanırken, karar vericilerin sağlığı öncelikli bir konu olarak ele alarak mevcut bina politika çerçevelerini gözden geçirmeleri gerekmektedir.