Üsküdar Üniversitesi tarafından düzenlenen “I. Tasarruf ve İsraf Sempozyumu,” 25 Aralık 2024 Çarşamba günü Merkez Yerleşke Nermin Tarhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Sempozyumda, israfın önlenmesi ve tasarruf bilincinin artırılmasına yönelik farklı boyutlar ele alındı.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan
ÜÜTV ve resmi Youtube hesabından da canlı olarak yayınlanan sempozyum Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, Rektör Danışmanı Prof. Dr. Mehmet Zelka, Rektör Prof. Dr. Nazife Güngör ve Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın açılış konuşmalarıyla başladı.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “İsraf ve tasarruf Türkiye’de çok ihmal edilen konular.”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, israf ve tasarrufun Türkiye’de çok ihmal edilen ama ihtiyaç olan bu konu olduğunu belirterek, “Birleşmiş Milletler, insanlığın geleceğini tehdit eden üç büyük tehlike olarak gelir eşitsizliği, iklim değişikliği ve yalnızlığı işaret ediyor. Bu üç tehlike, kaynak kullanımına yönelik ciddi bir sorumluluk gerektiriyor. İnsanın sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesinden eşitsizliklerin azaltılmasına, karada ve suda yaşayan canlıların korunmasından barış ve adalet hedeflerine kadar pek çok konuda ortak bir kültür geliştirilmesi amaçlanıyor.” dedi.
“Açlık ve temiz suya erişim sorunu nedeniyle yaşamını kaybeden insanlar var”
Birleşmiş Milletler’in belirlediği hedefler arasında “Açlığa son”, “Yoksulluğa son”, “Sorumlu tüketim ve üretim” gibi temel ilkelerin yer aldığını dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Tüm bu hedefler, insanlığın gündeminde öncelikli olarak yer almalı. Günümüzde dünyada temiz suya erişimde zorluk çeken ve temel ihtiyaçlarını karşılayamayan yaklaşık 2 milyar insan bulunuyor ve bunların çoğu Afrika’da yaşıyor. Bir yandan, bir Amerikalının tüketimi 5 dünya vatandaşının tüketimine eşdeğerken, diğer yanda açlık ve temiz suya erişim sorunu nedeniyle yaşamını kaybeden insanlar var. Bu tablo, israfı azaltma ve tasarruf kültürünü benimseme ihtiyacını daha da önemli hale getiriyor.” diye konuştu.
“Bütçe yönetimini öğrenen bir çocuk, davranış regülasyonunu da öğrenir”
Dünya nüfusu 8 milyar olsa da kaynakların tükenmediğini kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şöyle devam etti:
“Ancak insanlar, bu kaynakları adil bir şekilde kullanmayı başaramıyor. Kaynaklar azalmıyor, hatta çoğalıyor, fakat adaletli bir paylaşım sağlanamıyor. Bu noktada, kaynak yönetimini çocuklara küçük yaşlardan itibaren öğretmek büyük önem taşıyor. İlkokulda bir çocuğa bütçe yönetimi öğretilmeli ve bu beceri 10 yaşına geldiğinde kazandırılmalı. Ailelerin ve ebeveynlerin de çocuklarına 10 yaşına kadar bütçe yönetimi alışkanlığı kazandırması gerekiyor.
Aksi halde çocuk, hayatını yönetmekte zorlanabilir. Bütçe yönetimini öğrenen bir çocuk, finansal kaynakları yönetirken aynı zamanda davranış regülasyonunu da öğrenir. Kaynak yönetiminin temelinde, girdilerin ve çıktılarının düzenlenmesi (input ve output modülasyon) ve mevcut havuzun büyütülmesi yatıyor. Yani girdileri artırmak, çıktıları ise akıllıca yönetmek gerekiyor. Bu prensip, yalnızca finansal kaynaklar için geçerli değil. Zaman da önemli bir sermaye. Psikolojik sermaye, sosyal sermaye ve ömrümüz de birer kaynaktır. Ömrümüz gibi kıymetli bir sermayeyi doğru şekilde nasıl kullanacağımızı öğrenmek, hayatımızın her alanında temel bir ihtiyaçtır.”
“Devlet ve kurumlar da toplumsal kaynakları yönetmeli”
Davranış gelişiminin çocuklukta başladığını ve kaynak yönetiminin de bu yaşlarda öğrenildiğini söyleyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Birey kendi iç dünyasında veya ilişkilerinde nasıl bir düzenleme yapıyorsa, aynı şekilde devlet, kurumlar ve kamu sistemleri de bu düzenlemeleri yapmalıdır. Bu prensip, bireysel ve toplumsal düzeyde aynı regülasyon mantığıyla işler.
Bir birey kaynaklarını nasıl yönetiyorsa, devlet ve kurumlar da toplumsal kaynakları o şekilde yönetmelidir. Osmanlı, 1850’lerde ilk kez borç almaya başladığında, Batı karşısında bir özgüven kaybı yaşamaya başlamıştı. Tanzimat, bu psikolojik durumun ilk işaretlerinden biridir. ‘Yıkılmadık, ayaktayız’ duygusuyla hareket eden Osmanlı, aldığı borç parayla Dolmabahçe Sarayı’nı inşa etti. Ancak bu, oldukça büyük bir masraf getirdi.” diye konuştu.
Osmanlı’nın çöküş sürecinde israfın büyük bir rol oynadığını dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Geçmişteki bu tür hatalardan ders almak, bireylerin ve toplumların geleceğini doğru şekilde inşa etmeleri için kritik bir adımdır. Bu noktada hem bireylerin hem de toplumların israf ve kaynak yönetimi konusundaki farkındalıklarını artırmaları gereklidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde, azamet göstermek adına büyük işler yapılmış ancak bu gösterişin temeli zayıftı. Bu durum kaynak israfıyla birleşerek devletin çöküşünü hızlandırdı.” ifadesinde bulundu.
“Küresel narsizmin karşılığı neoliberal politikalar”
Küresel narsizmin de kaynak israfını teşvik eden bir diğer duygu ve küresel narsizmin karşılığının ise neoliberal politikalar olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Neoliberal politikalar, özellikle Soğuk Savaş’tan sonra, 1980’lerde Ronald Reagan’ın başkanlığıyla hız kazandı.
Neoliberal politikaların regülasyonları aşırı derecede azaltması, gelir dağılımındaki eşitsizliği daha da derinleştirdi. Bugün Türkiye’de de benzer bir durum gözlemleniyor. Regülasyonların yetersizliği ve kontrolsüz rekabet, toplumda eşitsizliği artırmaya devam ediyor. Bu tür politikaların uzun vadeli etkileri dikkatlice değerlendirilmelidir.” dedi.
Yılın kelimesi seçilen “kalabalık yalnızlık”!
Türkiye’de yılın kelimesi olarak seçilen “kalabalık yalnızlık” a da dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Bu ifade, Türkiye toplumunun önemli bir duygusal durumunu yansıtıyor. Yapılan anketlerde, birçok insanın kalabalıklar içinde bile kendini yalnız hissettiği ortaya çıkmış. Bu durum, derinlemesine incelenmesi gereken bir toplumsal sorunu işaret ediyor. Davranışlarımızı birey düzeyinde düzeltmeden, toplumsal düzeyde bir iyileşme beklemek mümkün değildir. Bu nedenle, her türlü israfın önlenmesine bireyden başlamak büyük önem taşıyor. Bireysel farkındalık ve sorumluluk, toplumsal dönüşümün temelini oluşturur.” dedi.
Aile içi tartışmaların büyük sebeplerinden biri paranın harcanması
Aile içerisindeki tartışmaların en büyük sebeplerinden birinin paranın harcanması olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Aile içi problemlerin %80’ini çocukların eğitimi, aile büyükleriyle ilişkiler ve paranın harcanması oluşturur. Bize gelen örneklerde de bu durum açıkça görülüyor. Birey olarak önce kendimize çeki düzen vermeliyiz. İhtiyacımız olan şeyleri almalı, dolabımızdaki eşyaları gözden geçirmeliyiz. Dinî ve kültürel değerlerimizde de israfı önlemek önemli bir yere sahiptir.” şeklinde konuştu.
“Lükse düşkünlük şu anda israfın en önemli sebeplerinden biri”
Paranın, ticarette dengeyi sağlayan bir unsur olduğunu da ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Ancak günümüzde ekonomik düzeni en çok bozan ve davranışlarımızı olumsuz etkileyen temel faktörlerden biri egoizmdir. Bu küresel bir hastalığa dönüşmüştür ve ‘küresel narsizm’ dediğimiz bu anlayış, ekonomiyi olumsuz etkileyen önemli bir faktör haline gelmiştir. Bir diğer sorun ise, ‘Sen çalış, ben yiyeyim’ anlayışıdır. Bu da israfın en büyük nedenlerinden biridir. Lükse özenti var.
Lükse düşkünlük var. Lükse düşkünlük şu anda israfın en önemli sebeplerinden biri. Tüketim ekonomisi ilişkilerimizi de tüketti, ruh halimizi de tüketti. Ruh halimizin tükenmesinin karşılığı insanın depresyona girmesidir. Ekonomik çöküntü olduğu gibi, insanda da var. Tüketim kültürünün yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Lüks yaşamayı, marka algısını ön yargı olarak işlemişler. Gençlerimizi çok olumsuz etkiliyorlar. Aileden başlamak lazım, kamu kendiliğinden olur.” dedi.
Prof. Dr. Nazife Güngör: “İsrafın ideolojik boyutu da var”
Rektör Prof. Dr. Nazife Güngör, israfın ekonomik, toplumsal, ahlaki ve bir de ideolojik boyutunun olduğunu kaydederek, “Çünkü günümüz kapitalist dünyasında eğer tüketmezseniz kapitalizm büyümez. Kapitalizmin o yarışmacı zihniyeti, o sürekli üretilenlerin hızla satılması, hızla tüketilmesi zihniyeti aslında küresel düzlemde baktığımızda bir biçimde tüketime yönlendiriliyor. Yani tüketim son yüzyılın belki de 21. yüzyılın en önemli baş belası, en sorunsal ideolojisi olarak da tanımlanmalı. Kapitalizmin bir motor gücü varsa bu tüketimdir. Bu da dolayısıyla israftır. Eğer tasarruf ederseniz kapitalist sistem sürekli güçlenerek işlemez.” dedi.
“Bir taraf üretiyor, diğer taraf tüketiyor”
1950’li yılların sonlarında batı kapitalist dünyasının büyük bir çöküntüyle karşı karşıya kaldığını ve kapitalizmin ürettiği mallar yeterince tüketilmediği için tıkanmayla yüz yüze geldiğini anlatan Prof. Dr. Nazife Güngör, şöyle devam etti:
“Krizlerden kurtulmak, krizler yaşamamak, güçlenmeyi, büyümeyi sürekli kırmak kılmak için tüketim, 21. yüzyılın ideolojisi, anlayışı, ahlakı, yaşam tarzı haline getirildi. Dünya bu anlamda ikiye ayrılıyor. Bir tarafta üretenler var. Dolayısıyla kapitalist ülkeler, güçlü ülkeler, sürekli üretiyor. Bir de güçten yoksun hale gelen ülkeler, sadece tüketiyorlar. Çünkü batı kapitalizmi dünyanın geri kalanını büyük ölçüde üretimden alıkoydu ve sadece tüketime yöneltti. Bir taraf üretiyor, diğer taraf tüketiyor.”
“Tüketmek de mutluluk vermiyor”
İnsanlığın dünyada kendini kanıtlamak için tüketime yöneldiğini de ifade eden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Çünkü kapitalizm bize dedi ki ‘senin değerin ne kadar paran varsa onunla ölçülür’. İşte o zaman biz parayla satın alınabilen, paranın ölçtüğü değerlere tapmaya başladık. İşte o zaman ahlaki sorun ortaya çıkıyor. Ahlaki olarak tıkanmayla karşı karşıyayız. Ekonomik olarak bir tarafta üretenler var, bir tarafta sadece tüketenler var. Dolayısıyla orada ekonomik eşitsizlik ortaya çıkıyor. Bunun sonuçları toplumsal kaosa neden oluyor. Çünkü toplumlar, kitleler artık çok huzursuzlar. Çünkü anladılar ki tüketmek de mutluluk vermiyor.” şeklinde konuştu.
“Gösteriş merakı tüketime yön veriyor”
Tüketmenin de hiçbir ilkesi kalmadığını, tüketime yön verenin gösteriş merakı olduğunu da kaydeden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Günümüz toplumlarının temel yaşam anlayışı ve yaşam enerjisi tüketim olmaya başladı. İhtiyacın yok ama tüket, tüket. Sürekli bize reklamlar, televizyon programları, filmlerle sokaktaki billboardlarla sürekli tüket diyor. Tüketmezsen yoksun. Ancak tüketirsen, satın aldığın kadar varsın.
Ancak tükettiğin kadar güzelsin. Ne kadar çok mal alırsan ne kadar çok meta ile etrafın sarılırsan o kadar önemlisin. Oysaki insan sırf insan olduğu için önemli olmalı. O nedenle de günümüz dünyasında bir sorun var. Dolayısıyla bu sorunu bizim çok iyi anlamamız gerekir. Birileri bize bunu empoze ediyorlar. Birileri bizim bilincimizi yıkıyor. Birileri bizde yeni bir zihinsel formasyon yaratmaya çalışıyor. Dolayısıyla bu zihinsel, bu anlayışsal formatın özünde de tüketmek var.” diye konuştu.
“Birtakım ülkeler üretirken diğer geri kalan ülkeler üretimin dışına alındı”
Neoliberal politikaların temelinde birtakım ülkeler üretecek, dünyanın geri kalanı tüketecek anlayışının olduğuna işaret eden Prof. Dr. Nazife Güngör, “Küresel düzlemde neoliberal politikalarla birtakım kararlar alındı. Birtakım ülkeler üretirken diğer geri kalan ülkeler üretimin dışına alındı. Çünkü oralar pazar olarak kullanılmalıydı. Dünyanın önemli bir kısmı pazar olarak kullanılıyor. Buralarda bilinç oluşturmamız lazım. Buralarda dikkatli olmamız lazım. Bu ideolojiyi kimlerin yarattığına bakmak lazım. Hangi amaçla yaratıldığına bakmak lazım. Bu ideolojinin kitlelere neden empoze edildiğine bakmak lazım.” dedi.
“İnsanın en önemli hazinesi olan aklı da tükettik”
Sanal dünyada dokunmaksızın, insanlarla temas etmeksizin garip bir ilişki içerisine girildiğini de kaydeden Prof. Dr. Nazife Güngör, “İnsanlara dokunmuyoruz. İlişkileri tükettik. Sıcaklığı tükettik, gerçek anlamda sevgiyi tükettik. Çünkü artık birbirimize hiç ihtiyacımız yok. Elimizde bilgisayarlarımız, akıllı telefonlarımız. İnsanın en önemli hazinesi olan aklı da tükettik. Çünkü artık yapay zeka diye bir güvencemiz var. Dolayısıyla akıl da önemsiz hale geldi. Sadece tüketiyoruz ve bundan çok büyük bir haz alıyoruz. Ve haz aldığımızı sanıyoruz ve geldiğimiz nokta sadomazoşistik bir tıkanma.” diye konuştu.
Prof. Dr. Mehmet Zelka: “İsraf, günümüzün en önemli meselelerinden biri”
Rektör Danışmanı Prof. Dr. Mehmet Zelka, israf konusunun, tasarrufla birlikte ele alındığında günümüzün en önemli meselelerinden bir tanesi olduğunu ifade ederek, “Maalesef günümüz insanı tüketime endeksli bir hayat içerisinde değerlerden uzak ve sırf tüketim amaçlı bir yaşantı içerisinde hayatını sürdürmekte. Tabii, sırf tüketime endeksli olunca hayat, mutlu olacağını zannedenler hiç de öyle beklendiği gibi bir sonuçla karşılaşmıyorlar. Yapılan bazı bilimsel araştırmalar bunun tam tersini gösteriyor.” dedi.
Tasarruf ve tüketim bir madalyonun iki yüzü gibi
Tasarruf ve tüketimin bir madalyonun iki yüzü gibi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Gelirin harcanmayan kısmını tasarruf oluşturur. Bir manada tasarrufu etkileyen faktörleri ele aldığımız zaman, tüketimi etkileyen faktörleri ele almış oluyoruz. Zaten tüketim olmazsa, talep olmazsa üretim de olmaz. Ekonomik hayatın sürdürülmesi de zor olur.” şeklinde konuştu.
Tüketim harcamalarındaki artış mutlu etmiyor
Tüketim artışının tasarrufun azalmasına yol açtığını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Tasarrufun azalması iktisadi olarak baktığımızda yatırımların azalması, üretimin azalması, milli gelirin azalması, dolayısıyla toplumun refahının düşmesi demektir. Yapılan araştırmaya göre, temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra milli gelirin artması beraberinde tüketim harcamalarını da artırmakta. Ancak tüketim harcamalarındaki artış insanların mutlu olmalarına yol açmıyor. Tüketim harcamaları artınca stresler ortaya çıkıyor. Çünkü tatminsizlik duygusu da beraberinde geliyor.” ifadesinde bulundu.
Tüketim harcamalarındaki artış borçlanmaya yol açıyor
Tüketim harcamalarındaki artışın borçlanmaya yol açtığını da söyleyen Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Türkiye’de gelirle tasarruf arasındaki ilişkiye baktığımızda yıllar itibarıyla tasarruf oranının gittikçe düştüğünü görüyoruz. İstatistiki verilere göre 1992 yılıyla 1999 yılları arasında kişiler gelirlerinin ortalama olarak %21,8’ini tasarruf ediyorlar. 2000 ve sonrasında bu %20’ye düşmüş.
2006’da bu oran %16, 2020’de %11,2, 2021’de %11,4 ve 2022’de %10,5. Tüketim eğiliminin artması tasarruf eğiliminin gittikçe düşmesine sebep oluyor. Şimdi kişiler ürettiklerinden fazla tüketince problemler ortaya çıkıyor dedik. Nitekim bugünkü enflasyonist şartların sebeplerinden bir tanesi de budur.” dedi.
Öğrenciler günde ortalama 3 saat internette, 2 saat televizyonda zaman harcıyor
Kaynakların lüzumsuz yere, gereğinden fazla kullanılmasının israfa yol açtığını ifade eden Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Sadece tükettiğimiz mallarda değil, zaman israfı da var. Günümüzde yapılan istatistiki verilere göre öğrencilerin günde ortalama 3 saat internette, 2 saat televizyonda zaman harcadıklarını görüyoruz. Tabii bunun yüzde 50.6’sı eğlence amaçlı. Yani kaynakların israfı deyince bunların hepsini dikkate alacağız.” diye konuştu.
Günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyor!
Gıda israfına işaret eden Prof. Dr. Mehmet Zelka, “Günümüzde nimet olarak çok büyük değer verdiğimiz ekmek israfına baktığımızda günde 12 milyon ekmek çöpe gidiyor. Günde 12 milyon ekmek parasıyla neler yapılabilir? Onu bir değerlendirmek lazım. Dünya geneline baktığımızda bugün dünya nüfusunun yaklaşık %10’u gıda elde etmekte sıkıntı içerisinde. Dünyada dakikada 11 kişi açlıktan ölüyor. Günde 25 bin kişi. Bir sosyal, ekonomik ve ahlaki problemdir.” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin: “İsraf denilince işin maddi yönünün akla geliyor”
Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, toplumda ve günümüzde israf denilince işin maddi yönünün akla geldiğini ifade ederek, “Harcamalar, tüketimler, gösteriş meraklılığı gibi… Oysa işin manevi açısına baktığımızda birçok alanda daha israf son derece önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Çok alanda israf var. Dinler de bu konuda hassas. Bizim dinimizde de özellikle bu konu çok önemli bir şekilde vurgulanmış.” dedi.
İsraf konusunun sadece bizim ülkemizin, bizim toplumumuzun, bizim insanlarımızın değil, tüm dünyanın evrensel bir konusu olduğunu kaydeden Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin, “Dünyanın bir tarafına bakıyoruz, insanlar israf ve aşırı beslenmeler yüzünden obezite ve buna bağlı hastalıklarla uğraşırken bir taraftan da açlıktan yaşamını kaybeden, son derece kötü durumlara düşen insanlar var.” diye konuştu.
Prof. Dr. Aziz Akgül: “Dünya herkesi doyuracak kadar kaynağa sahip”
Sempozyumun birinci oturumu, Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu’nun moderatörlüğünde gerçekleşti.
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) Kurucusu Prof. Dr. Aziz Akgül, “Türkiye’de Kamu Yönetiminde İsrafın Büyüklüğü ve Çözüm” başlıklı sunumunda, tüm hukukların anası olan doğal hukuka göre insanların yaratılıştan eşit olduğunu ve yaratılıştan yaşama hakkı olduğunu ifade ederek, “Dünya, doğal hukuk ilkelerine aykırı bir şekilde çok kötü idare ediliyor ve kaynaklar ciddi manada israf ediliyor.
Dünya herkesi doyuracak kadar kaynağa sahip. Dünya hırsı, bencillik ve açgözlülük israfın ana sebeplerinden biri. Dünyanın en zengin %1’inin, kalanının toplam varlığının iki katından daha fazla servete sahip olduğu bir dünyada eşitsizlik artıyor. Mutsuzluk ve huzursuzluk artıyor.” dedi.
“Kaynaklar kıt değil. Güneş, deniz, hava sonsuz kaynaklar”
Yoksulluk, kıtlık ve toplumdaki her çeşit yozlaşma, çatışma ve savaşların nedeninin kapitalist ekonomik sistemden kaynaklandığını anlatan Prof. Dr. Aziz Akgül, “İnsanların sonsuz ihtiyacı yok. İnsanların sınırlı ihtiyacı var ama sonsuz istekleri var. Diğer taraftan da kaynaklar kıt değil. Güneş, deniz, hava sonsuz kaynaklar. Dünya üzerinde aslında yeterince kaynak var. Ancak bu kaynaklar verimli ve adil dağıtılmadığı için israf ediliyor. Aslında dünyada herkese yetecek kadar gıda, enerji ve su var.” şeklinde konuştu.
“Sınırsız ihtiyacımız yok, sınırsız isteklerimiz var”
İsrafın en önemli sebeplerinden birisi olarak sanal kıtlık oluşturanın para olduğunu kaydeden Prof. Dr. Aziz Akgül, şöyle devam etti:
“Halbuki parasız bir dünya merhametli bir dünya demektir. Sadece para peşinde koşmak merhametsizliğe sebebiyet verir. İnsanlar paraya tapmaya başladı. Bu sebeple büyük bir toplumsal çöküntü gözlemliyoruz. Para için bebekler öldürülüyor. Sağlıkta, eğitimde, adalette, nihayet toplumun her kesiminde çürüme var.
Parayı ortadan kaldırmak, bütün iktisat öğretisini de ortadan kaldırmak anlamına gelir, mevcut anlayış içinde. Yaklaşık 300 yıl önce dünya nüfusunun çok büyük bir bölümü hemen hemen hiç para kullanmadan yaşıyordu. Dünyada kaynaklar herkese yeter. Ancak açgözlülük var. Sınırsız ihtiyacımız yok, sınırsız isteklerimiz var. Bu bakımdan dünyadaki problemlerin en önemli sebeplerinden bir tanesi sanal kıtlık oluşturan paradır.”
Dünyada bolluk çağı…
Dünyada bolluk çağı için “Yenilenebilir enerji devrimi”, “Malzeme (yani madde), sentetik biyoloji devrimi”, “Üretim devrimi, yapay zeka destekli otomasyon” ihtiyaç olduğunu ifade eden kaydeden Prof. Dr. Aziz Akgül, “Böylece hemen hemen bütün malların maliyeti düşecek. Hatta çoğu neredeyse bedavaya üretilecek. İnsanlık tarihinde ilk defa gelişmiş ülkeler yoksulluğu ve açlığı ortadan kaldırabilecek.” ifadesinde bulundu.
“Türkiye’nin milli gelirinin %15’ini israf ettiğini söyleyebiliriz”
Türkiye İsrafı Önleme Vakfı kamu israfının büyüklüğünü değerlendirdiklerini de anlatan Prof. Dr. Aziz Akgül, şöyle devam etti:
“Türkiye’de israf maliyetinin Gayrisafi Milli Hasılanın yaklaşık %15’i ile 25’i arasında olduğunu belirtebiliriz. 2023 yılında Türkiye’nin Gayrisafi Yurtiçi Hasılası 26 trilyon lira civarındaydı. Türkiye’nin bir değerlendirme yaptığımızda, milli gelirinin %15’ini israf ettiğini söyleyebiliriz. Bu durumda, yaklaşık 4 trilyon lira kaynağının, israf edilmiş olduğunu ifade edebiliriz. Yılda 4 trilyona her biri 6 milyon lira değerinde 657 bin konut yapılabilirdi ve Türkiye’de konut sorunu çözebilirdi.”
“Kamu yönetim sisteminin DNA’sını değiştirmemiz gerekiyor”
Prof. Dr. Aziz Akgül, “Türkiye’de kamu yönetiminde israfı önlemenin en önemli noktalarından bir tanesi kamu yönetim sisteminin DNA’sını değiştirmemiz gerekiyor. Yapanlar var mı? Tabii ki var. Mesela Singapur mucizesi. Güçlü bir hukuk sistemi ve yolsuzluğa karşı sıfır tolerans. Esası bu. Şimdi Arjantin.
Kamuda çalışan ama verimsiz olan pozisyonları kapattı. Dünyanın birçok ülkesinde bu yapılıyor. Trump da Elon Musk’ı hükümet verimliliği bakanlığına getirdi. Orada da verimliliğin elde edilmesi, israfın önlenmesine yönelik çok önemli bir çalışma yapılıyor.” diye konuştu.
Sempozyumda neler yapıldı?
Biruni Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu “Tasarruf, İsraf ve Yaşam Kalitesi”, Bartın Üniversitesi İktisat Bölümü’nden Doç. Dr. Said Ceyhan “Bütçe İzleme ve Akıllı Lojistik Yönetim Sistemi”, Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Barış ise “Beyin İsrafı” başlıklı sunum yaptı. Öğle arasının ardından başlayan ikinci oturumun moderatörlüğünü Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı ve Psikoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Sırrı Akbaba yaptı.
TİSVA Mütevelli Heyeti Başkanı Halil Fatih Akgül, “Bireysel İsraf: Kaynaklarımızı Tüketen Sessiz Tehdit”, Kocaeli Üniversitesi Yönetim ve Organizasyon Bölümü’nden Doç. Dr. Rıdvan Karacan, “İmkanların Ötesinde Yaşamak: İsrafın Sosyal ve Ekonomik Etkileri”, Prof. Dr. Sırrı Akbaba, “Değerler ve Erdemler İsrafı” başlıklı sunumuyla etik değerlerin korunmasının tasarruf kültüründeki rolünü anlattı. İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Şemsi Kamile Canbay ve Prof. Dr. Sedat Murat ise sunumlarıyla israf ve tasarrufun temelinde yatan ahlaki ve ekonomik unsurları ele aldılar.