Ortalıkta sıkça Avrupa Yeşil Mutabakatı diye bir şeyler duydunuz ya da herkesin artık sürdürülebilirlik raporu çıkarttığını ya da karbon ayak izi ölçtürdüğünü görüyorsunuz. Artık “ben de bir şeyler yapmalıyım” diyorsunuz ama nereden başlayacağınız konusunda bir fikriniz yok. Bu yazının amacı size bir fikir vermektir. Bu fikirle hangi yöne gitmek isteyeceğiniz size kalmış ama benim ne tavsiye edeceğimi zaten yazı boyunca anlayacaksınız.
Öncelikle yapmak istediğinizin ne olduğuna karar vermeniz gerekiyor. Eğer arzunuz herkes gibi bir sürdürülebilirlik raporu yazdırmak ya da karbon ayak izinizi ölçtürmek ise, bunu size sağlayabilecek yazılımlar da var, bu bağlamda danışmanlık hizmeti veren pek çok firma da. Makul fiyatlara sizin de bir sürdürülebilirlik raporunuz veya karbon ayak izi hesabınız olabilir. Bu konuda canınızı fazla sıkmanız da gerekmez çünkü kısa süre sonra bir düğmeye bastığınızda size bu raporları otomatik olarak hazırlayacak yazılımlar da elinizin altında olacak.
Bunun ötesine geçerek gerçekten işinize yarayacak bir sürdürülebilirlik planlaması yapmak isterseniz işinizi sizinle birlikte didik didik ederek hangi değişiklikleri yapmanız gerektiğini size söyleyecek bir uzmana ihtiyacınız var. Bu raporlama ve planlama uzaktan yapılamaz ve kısa sürede de masa başında hazırlanmaz. Bu rapor hazırlandıktan sonra da tüm çalışanların bu raporu okuyarak ne yöne gidilmesi gerektiğini anlamaları gerekir. Sürdürülebilirlik raporu bir yol haritasıdır. Gelecekte atılacak tüm adımlar düzgün hazırlanmış bu rapora dayanmak zorundadır. Eğer gelecekteki adımlarınızı bu rapora göre atmaya hazır değilseniz, zaten bu kadar uğraşmanıza gerek yok, size masa başında yardımcı olacak çok uzman var çevremizde.
Konu Avrupa Yeşil Mutabakatı’na geldiğinde durum oldukça karmaşıklaşıyor. Bu karmaşanın en önemli sebebi de Avrupa Birliği’ndeki kafa karışıklığı. Çoğumuz Avrupa’daki çiftçi eylemlerini izliyoruz. Bu eylemlerin temelinde Yeşil Mutabakat kapsamındaki tarladan çatala prensibi yatıyor. Bu prensibe göre çiftçilerin daha az ilaç ve gübreyle ürün yetiştirmeleri gerekiyor ama bu da çoğu yerde verimi düşürdüğü için çiftçiler Brüksel’e karşı eylem yapıyorlar. Yapılan son açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla da tarladan çatala uygulamalarında Brüksel geri adım atmaya hazırlanıyor. Dolayısıyla da Brüksel’den epey de uzakta olan bizler için bu sorunlar daha da anlaşılmaz bir hal alıyor.
Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat planı anlaşıldığı gibi sadece karbon salımını değil diğer pek çok alanı kapsıyor ve bu alanların önemli bir kısmı henüz yerine oturmuş değil. Karbon salımını azaltmak bu alanlar içerisinde nispeten daha anlaşılır ve kabullenilmiş bir konu. Son olarak Polonya’nın da itirazlarından vazgeçmesiyle bu alandaki uygulamalar biraz daha hızlı ve kararlı biçimde çalışmaya başlayacak. Peki karbon salımı konusunda AB ne diyor?
Öncelikle küresel olarak karbon salımlarımızı, yani kömür, petrol ve doğal gaz yakarak enerji üretmeyi bırakmalıyız. Ancak bunu sadece AB yapacak olursa AB ekonomisi ciddi bir yük altına girecek. O nedenle AB, “Ben karbon salımlarını azaltmak için ne gibi önlemler alıyorsam, bana ihracat yapan tüm ülkeler de aynı önlemleri alacaklar ya da almıyorlarsa, benim azaltım yapmak için ödediğim bedeli bana sınırda vergi olarak ödeyecekler” diyor. Konu bu kadar basit. Yani, Avrupa’da bir vida üreticisi bir kilo vida üretmek için diyelim 100 kilo karbondioksit salımına yol açıyorsa, bu salımın Avrupa’daki bedeli yaklaşık 9 euro. Bu da vida üreticisinin artık 9 euro daha fazla maliyeti olduğu anlamına geliyor. Eğer siz Türkiye’den Avrupa’ya vida ihraç ediyorsanız ya da içinde bu vidanın olduğu herhangi bir mal ihraç ediyorsanız sizden gümrükte her kilo vida için 9 euro vergi almaya başlayacaklar.
Ayrıca burada unutmamamız gereken bir nokta daha var: Avrupa’da şu sıra 1 ton karbondioksidin karşılığı yaklaşık 90 euro ama AB bu bedeli 2030 yılına kadar 150 euroya çıkarmayı planlıyor. Yani 2030’da bir kilo vida için 15 euro vergi isteyecekler gümrükte. Ardından her sene de bu vergi miktarı artacak. Bunun arkasındaki niyet de üreticinin olabildiğince az karbon salarak üretim yapması ve bunu beceremiyorsa da belki çelik vidadan plastik veya kompozit vidaya geçmek gibi teknolojik değişimler yapmasıdır.
Bilinmesi faydalı bir diğer nokta da Avrupa Birliği’nin bu konudaki amacıdır. Bu konuda liderlik yapan ABD/AB/Çin, hepimizin yavaş yavaş karbon salımını azaltmamız gerektiğinde hemfikir ve bu konuda altyapılarını hazırlıyorlar. AB sadece bu hazırlığın en önde gideni. ABD ve Çin AB’ye bu konuda karşı çıkmıyorlar, sadece biraz daha yavaş gitmesini istiyorlar. Bugün AB için konuştuğumuz sınırda karbon düzenlemesi bir sonraki adımda diğer çoğu devlet için de geçerli olacak. Hatta ülkemiz de benzer bir uygulamayı kendi ithalatı için kullanmak zorunda kalacak. Yani aklımızda “bu sadece AB’ye ihracat yapanların bir problemi” diye bir düşünce kalmasın, 2030’a geldiğimizde bu hepimizin problemi haline gelecek.
Bu durumda üç seçenek çıkıyor karşımıza. İlki, bir kilo vida üretmek için 100 kilo karbondioksit saldığımızı kabul edip, bunun vergisine de bir şekilde katlanmak. Bunu kabul ediyorsak, o zaman gerekli formları doldurup, AB’nin bu konuda kabul ettiği 100 kilo salımı o formlara yazıp teslim etmek yeterli ve kolay bir çözüm. Bunu sizin için yapan danışmanlık firmaları da, hatta bunu hazırlayan yazılımlar da çıkmaya başladı. Ancak bu yenilgiyi baştan kabul etmektir ve üzerimize gelecek olan verginin her yıl artarak sonunda bizi iş yapamaz hale getireceğini de bilmemiz gerekir.
İkinci seçenek, bir kilo vida üretmek için ne kadar karbondioksit saldığımızı bilmiyoruz, standartlar bize 100 kilo yazmamız gerektiğini söylüyor ama biz forma 90 kilo yazıyoruz. Birgün bir şey olmuyor, ertesi gün bir şey olmuyor ama üçüncü gün karşınıza AB’den bir denetçi çıkıyor ve üretiminizde nasıl olup da 10 kilo daha az karbondioksit saldığınızı göstermenizi istiyor. Bu elbette ne kadar üretim yaptığınıza ve ne kadar göze battığınıza bağlı bir konu ama bu durum gerçekleştiğinde gerçekten doğru hesap yaptığınızı kanıtlayamazsanız hem AB tarafından hem de muhtemelen onların gelecekteki baskısıyla WTO tarafından bir kara listeye alınmanız mümkün. Burada çok dikkatli olup kanıtlayamayacağınız hiçbir şeyi bildirmemek gerekli.
Üçüncü seçenek de oturup gerçekten ne kadar salım yaptığınızı ölçmektir. Bu ölçüm sonuçları bir gün bizim sistemimiz dışındaki biri tarafından denetlenebileceği için de burada hata yapamazsınız. Eğer ölçümlerinizde 100 kilo değil de 93,8 kilo saldığınız ortaya çıkıyorsa ve bunu da her şart altında kanıtlayabiliyorsanız çok güzel bir sonuç elde etmişsiniz demektir. Ancak esas iş bunun sonrasında başlıyor çünkü siz 93,8 kilo salıyor olsanız bile bunun vergisini gene de ödeyeceksiniz. O nedenle de bu 93,8 kilo salımı elden geldiğince azaltmaya çalışacaksınız. İşte sürdürülebilirlik burada devreye giriyor. Yaptığınız işi sürdürmek istiyorsanız bu karbon salımını her sene azaltmak zorundasınız. Sadece siz değil sizin tedarik zincirinizdeki herkes bu azaltımı yapmak zorunda. Artık tedarikte sorulacak soruların yanına bir de oldukça önemli olan karbon ayak izi de eklenecek çünkü karbon ayak izi sizin için reel bir maliyet kalemi haline gelecek. Elbette bu bugünden yarına olacak bir şey değil ama hepimiz üzerimize doğru gelen trenin ışıklarını görüyoruz. Daha ışıkların ne anlama geldiğini tam olarak anlamasak da başımızın belaya girmek üzere olduğunu da anlıyoruz. İşte o nedenle artık doğru adımları atmaya başlamanın zamanıdır.
Dünya ticareti iklim krizinin etkisiyle yeni bir döneme doğru giriyor. Dünya Ekonomik Forumu 2024 Küresel Riskler Raporu’nda orta ve uzun vadeli risklerin başında gene iklim krizi ve etkileri geliyor. Bu konu ciddiye alındıkça iş dünyası üzerindeki etkileri de sertleşmeye başlayacak. O nedenle de üretim yapan herkesin yakın gelecekte bu bağlamda oluşacak tüm risklere hazırlıklı olması ve her şeyden önce bu konuya işin sürdürülebilirliği açısından bakarak uyum sağlaması gerekiyor.