Son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilse de, günümüz koşulları kurumsal sürdürülebilirlik hareketi için ideal olmaktan uzak görünüyor.
1990’larda, küresel ticaretin ve yatırımların serbestleşmesiyle birlikte kurumsal sürdürülebilirlik kavramı önem kazandı. 2000’lerin başında Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact) ve Küresel Raporlama Girişimi (GRI) gibi girişimler, şirketleri daha sürdürülebilir iş modelleri oluşturmaya teşvik etti. 2019 itibarıyla, S&P 500 şirketlerinin %90’ı sürdürülebilirlik ilkelerini içeren raporlar yayımlıyordu. Ancak günümüzde, jeopolitik gerilimlerin ve toplumsal kutuplaşmanın artmasıyla birlikte, şirketler sürdürülebilirlik konusunda geri adım atmaya başladı. Bazı büyük firmalar, karbon azaltımı ve sosyal kapsayıcılık gibi hedeflerden uzaklaşırken, bazıları ise sürdürülebilir yatırımların kısa ve orta vadede yeterli getiri sağlamadığı görüşünde. Örneğin, büyük otomobil üreticileri elektrikli araç yatırımlarını küçültürken, enerji sektöründeki bazı devler yeşil enerji projelerini iptal ediyor. Öte yandan, Kanada’nın en büyük beş bankası ve ABD’nin en büyük altı bankası, BM’nin Net-Sıfır Bankacılık İttifakı’ndan ayrıldı. Bu gelişmeler, kurumsal sürdürülebilirliğin artık sürdürülemez hale gelip gelmediği sorusunu gündeme getiriyor.
Siyasi Öncelikler Sürdürülebilirliği Gölgeliyor
Son yıllarda güç siyaseti yeniden ön plana çıktı. Soğuk Savaş sonrası küreselleşme dönemi sona ererken, büyük güçler arasındaki stratejik rekabet belirleyici hale geldi. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve Orta Doğu’daki artan çatışmalar, uluslararası iş birliklerini zayıflatıyor. Örneğin, ABD’nin Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılma kararı, uluslararası taahhütlerin artık ulusal çıkarlarla daha fazla çeliştiğinde terk edilebildiğini gösteriyor. İklim değişikliği de bu sürecin bir parçası. 2024 yılı itibarıyla, savaş, şiddet ve iklim krizleri nedeniyle dünya genelinde 120 milyondan fazla insan yerinden edildi. Bu insanlar, büyük ölçüde iklim krizine en duyarlı bölgelerde yaşıyor. Göç dalgaları, ülkeler arasındaki gerilimleri daha da artırıyor.

Sürdürülebilirlikte Gerileme Dönemi mi?
Bu yeni jeopolitik ortamda, ekonomik politikalar yalnızca büyümeyi desteklemek için değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve stratejik hedefleri korumak için şekillendiriliyor. ABD’nin CHIPS ve Bilim Yasası ile yarı iletken üretimini ülke içine çekme çabası buna bir örnek. Ancak bu plan bile bütçe açığını kapatma tartışmalarına takılmış durumda. Şirketler için asıl mesele, sürdürülebilirlikten tamamen vazgeçmek ya da idealist bir çizgide ısrar etmek değil; dayanıklılığı, yerel adaptasyonu ve uzun vadeli iş önceliklerini dengeleyen pragmatik bir yol çizmektir.
Sürdürülebilirlik Düzenlemelerinde Belirsizlik
ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi ve çevresel yatırımlardan geri adım atması, sürdürülebilirliğin kısa vadede ikinci plana itileceğini gösteriyor. Avrupa’da ise sürdürülebilirlik düzenlemelerine yönelik artan tepkiler dikkat çekiyor. Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, sıkı sürdürülebilirlik kurallarının Avrupa’nın küresel rekabet gücünü tehdit ettiğini vurguladı. Bunun sonucunda Avrupa’da bazı sürdürülebilirlik politikalarının gevşetilmesi ihtimali doğdu. Ancak uzun vadede, gezegenin durumu siyaseti şekillendirecek. Yenilenebilir enerji teknolojileri büyük ilerleme kaydetti ve birçok ülke için jeopolitik rekabetin bir parçası haline geldi. İklim krizinin giderek ağırlaşması, toplumların daha sıkı önlemler talep etmesine yol açabilir.
Şirketler İçin Yol Haritası
Bu değişken ortamda, şirketler için iki yanlış strateji öne çıkıyor: Sürdürülebilirlikten tamamen vazgeçmek veya hiçbir şey değişmemiş gibi idealist bir çizgide ısrar etmek. Önümüzdeki dönemde şirketlerin şu noktalara odaklanması kritik olacak:
- Uzun vadeli dönüşüme hazırlanmak: Sürdürülebilirliğin kısa vadede geri planda kalması, gelecekte tamamen yok olacağı anlamına gelmiyor. Şirketler, toplumun artan çevresel taleplerine uyum sağlamaya hazır olmalı.
- Evrensel değerleri öne çıkarmak: Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi gibi uluslararası platformlar, politik belirsizlikler karşısında istikrarlı bir yön sunabilir.
- Yerel uyum stratejileri geliştirmek: Küresel sürdürülebilirlik çabalarının zayıflaması, yerel düzeyde daha güçlü inisiyatiflerin geliştirilmesini gerektiriyor.
- İnovasyonu teşvik etmek: Sürdürülebilirlik, yalnızca maliyetli bir zorunluluk olarak görülmekten çıkıp rekabet avantajı sağlayan bir unsur haline gelmeli.
- Sade ve etkili çözümlere odaklanmak: Şirketler, sürdürülebilirlik politikalarında gösteriş yerine gerçek etki yaratmaya öncelik vermeli.
Kısacası, şirketler için en doğru yol, sürdürülebilirliği tamamen bırakmak yerine, mevcut gerilemeyi geçici bir dalgalanma olarak görüp, uzun vadeli bir dönüşüm planı geliştirmek olacaktır.
Kaynak: Eco-Business