Avrupa’nın önde gelen enerji şirketlerinden biri olan Siemens Enerji’nin Genel Müdürü Christian Bruch’a göre, AB yetkilileri Çin’in “ucuz” rüzgar enerjisi ekipmanına erişimini kesmediği takdirde, Avrupa’nın rüzgar enerjisi sektörü de harap olmuş güneş enerjisi endüstrisiyle aynı kaderi paylaşacak. Bruch’a göre Avrupalı bir rüzgar enerjisi endüstrisinin olması isteniyorsa Çinli firmaların Avrupa’da rahatça ucuz ürünler satması kalite kuralları konularak engellenmelidir.
Bir adım geri çekilerek bunu dikkatlice incelememiz gerekiyor. Bu incelemedeki en önemli sorumuz da “En çok istediğimiz şey ne?” olmalı. Yeryüzünün ve insanlığın başındaki en büyük belanın iklim krizi olduğunu ve bu belanın çok kısa sürede çözülmesi gerektiğini gören biri olarak öncelikle bu belanın sebeplerine bakıyorum. İklim krizinin baş sorumlusu da enerji üretimi için yakılan kömür, petrol ve doğal gazdır. Dolayısıyla da önceliğimiz enerji sistemimizi fosil yakıtlardan arındırmak olmalıdır. Bunu yapmanın en kısa yolu ise enerji üretiminde rüzgar ve güneş gibi iki yenilenebilir kaynağa yüzümüzü dönmektir.
Enerji ihtiyacını yenilenebilir kaynaklardan gidermenin ötesinde, bunu hemen yapmak zorundayız. Yeryüzü ve insanlık için tehlikeli olacak sınırları aşmamak için önümüzde çok kısa bir süre kaldı, bu nedenle de başka endişeleri iklim krizinden daha öne çıkaracak lüksümüz artık kalmadı.
Bunları topladığımızda Çin’in son on sene içerisinde geleceği daha net biçimde öngörüp gerekli hazırlıkları daha önceden yapmaya başladığını görüyoruz. Avrupa her ne kadar iklim alanında öncü olarak görülse de iklim krizinin gereklerini hızlı biçimde algılayarak gerekli önlemleri almayı beceremedi. Bu yavaşlığı Rusya-Ukrayna savaşının başlarında bütün açıklığı ile ortaya döküldü. Rusya’dan aldıkları doğal gaza o denli bağlıydılar ki alternatifleri hızla devreye sokamadılar.
Avrupa ve Almanya sera gazı salımlarını azaltmak için iki basamaklı bir plan yapmıştı. Önce doğal gaz kullanarak kömür bağımlılığını azaltmak, sonra da yenilenebilir enerji kullanarak doğal gaz bağımlılığından kurtulmak. Bu tür planlar gayet mantıklıdır ancak bir de bu planların zaman kısıtı olmalıdır. Yani kömür bağımlılığından kurtulmak için hedef 2025, tüm fosil yakıtlardan kurtulmak için de hedef 2030 diyerek tüm kaynakları buna seferber ederseniz bu tür planların başarı şansı vardır. Otokratik Çin sistemi buna benzer bir yapıda çalışıyor. Avrupa’da bu sistemin çalışmaması için ana neden günün sonunda değişik sektörlerin parlamento üzerinde kurdukları baskı. Yenilenebilir enerji sektörüne yeterince kaynak ayrılmadığı için daha hızlı davranan Çin bu alanda liderliği ele geçirdi. Bu, Avrupa hantal yapısının otokratik ve hızlı Çin’e yenilmesidir.
Ancak sorun aslında bu değil. Bugün karşımızdaki soru şu: Çin’e karşı yenilenebilir enerji sektöründeki yenilgiyi kabullenip iklim krizi karşısındaki savaşı kazanmayı mı amaçlamak gerekiyor? Yoksa aslında iklim krizini durdurmak için savaşıyor olsak da yenilenebilir enerji sektörünü korumak mı önceliktir?
Benim tercihim bu yenilgiden dersler çıkararak iklim krizi savaşını kazanmaya odaklanmak olurdu. Kısacası, Çin akıllı hareket ederek rüzgar ve güneş enerjisi sistemlerinde bir egemenlik kurdu. Bizim gibi ülkeler de enerji üretimleri için hızla yüzlerini Çin’e dönerek bu ucuz üretimden faydalanmak zorundalar çünkü biz kömür, petrol ve doğal gaza döviz harcıyoruz. Bu harcamayı ne kadar sürede azaltabilecek olursak ülke ekonomisi açısından da o derece akıllı bir hareket yapmış oluruz. Bu konuya sadece ekonomi açısından bakanlar için mantıklı bir yaklaşım. Ama bunun ötesinde iklim krizi ile savaşta kaybedecek vaktimiz yok. Yani “Avrupa bu teknolojileri geliştirsin” ya da “biz bu teknolojileri geliştirelim” diye bakabilme lüksümüz bundan 20 sene önceydi. Biz de Avrupa da bu adımları 20 sene önce atmalıydı, atmadık. “Bugün bu teknolojileri geliştirmeye çabalamayalım” dememiz mantıklı değil, fakat artık enerjimizi sadece bu teknolojileri geliştirmeye ayıracak lüksümüz kalmadı. Çinliler ucuza yenilenebilir enerji santralleri yapıyorlarsa, ne güzel, bizim acilen yenilenebilir enerjiye ihtiyacımız var. Avrupa gibi yapıp, yerli sanayiyi korumaya çalışmak yerine pragmatik davranıp enerji güvenliğimizi öne çıkartmak zorundayız.
Avrupa bu konuda ne yapacağına kendi karar verebilir. Ancak Avrupa’nın bu konuda alacağı kararlar bizim açımızdan da bağlayıcı olmamalı, bunu kabul etmemize imkan yok. Yani, “Ben Çin’den rüzgar santrali almıyorum, benimle çalışan devletlerin de almasını istemiyorum” bugün için ne ülkemizin ne de iklimin yararına olan bir yaklaşımdır ve bu yaklaşıma her şart altında direnmemiz gerekir.
Avrupa, iklim krizinden bizim kadar kötü etkilenmeyecek, dolayısıyla bizim en hızlı biçimde önlem alarak kendimizi korumamız gerekiyor. Hem enerji bağımsızlığı alanında hem de iklim krizine sağlamamız gereken uyum alanında. Bundan dolayı da şu soruyu sormakta fayda var: Avrupa bizden ithal ettiği ürünler bağlamında bize önce “bu ürün yenilenebilir enerji ile mi üretildi?” diye mi sorar yoksa önce “bu ürün Çin’den aldığınız rüzgar ve güneş santralinden üretilen yenilenebilir enerji ile mi hazırlandı?” şeklinde mi? Bence bu sorunun cevabı açık, o nedenle de Avrupa ne yaparsa yapsın bizim hızla yenilenebilir enerji yatırımlarını artırmamız gerekiyor.