Günümüz ekonomistlerinin yaşadığı yetersiz kafa açılmasının farkında mısınız? Ekonomistler nihayet mesleklerinde cinsiyet ve ırksal dengesizlikleri ele alır oldu fakat asıl önemli husus halen atlanıyor. Yeterli bilgi ve iç görü kaynağı eksik kaldığı için Kuzey Amerika ve Batı Avrupa dışından gelen sesler daha fazla temsil edilene kadar, ekonomi gerçekten küresel bir disiplin olmayacak. Gezegen nasıl kurtulacak peki?
Ekonominin bir disiplin olarak kabul edilmesinin gezegenin kurtuluşuyla ne alakası olabilir ki? Aslında cevap çok basit. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’nın refahını ele alan mevcut ekonomik Vandalizm, aynı zamanda şuursuz bir tüketimi ve bu tüketimin yansıması olarak etik değerlerden yoksun bir ticaret düzeninin doğmasını sağlıyor. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika, konteynerler dolusu dolar kazandığı sürece; dünyanın neresinde savaş çıktığı, hangi ülkelerin sanayileşme adı altında çöplüğe çevrildiği, hangilerinin siyanür soluyan topraklara sahip olduğu, hangilerinde ormansızlaşmanın gün geçtikçe arttığı asla ama asla kimsenin umurunda değil. İşte ekonominin bir disiplin olması için gerçek bir küresel kapsayıcılığa ihtiyaç var. Ne zamanki Ortadoğu ya da Afrika’da bir devlet Kuzey Amerika kadar refaha ve bilgiye sahip olur. İşte o zaman gezegen de nefes almaya yeniden başlar. Burayı heybemize koyalım ve ünlü bir ekonomistin kariyerinin ilk günlerine gidelim mi? Hadi gidelim!
Kenya’da ortakçılık anlayışı ve Stiglitz’in paradoksu
Kariyerinin başlarında, ekonomist Joseph E. Stiglitz (Bknz. Google), Kenya’da uzun süre kaldı ve burada yerel ekonominin işleyişindeki çeşitli tuhaflıklardan etkilendi. Ortakçılık böyle bir anormallikti. Stiglitz, çiftçilerin hasatlarının yarısını toprak sahiplerine teslim etmelerini garipsedi. Bunun yerine büyük ölçüde vergi teşvikleri sağlanamaz mıydı? Böyle bir sistem neden devam ediyordu? Stiglitz’in bu paradoksu çözme arayışı, daha sonra Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görüleceği asimetrik bilgi üzerine ufuk açıcı teorilerini geliştirmesine yol açtı. Çok sonra Stiglitz anılarında şu ifadeyi kullanıyordu: “Kenya’da geçirdiğim zaman, bilgi ekonomisi konusundaki fikirlerimin gelişmesinde çok önemliydi.”
Nijerya’daki tuhaflıklar…
Benzer şekilde, ekonomist Albert O. Hirschman, şaşırtıcı bulduğu davranışları gözlemlediğinde Nijerya’daydı. Uzun süredir bir kamu tekeli olan demir yolu şirketi, özel kamyoncuların rekabetiyle karşı karşıya kalmaya başlamıştı. Ancak bu baskıya, göze çarpan birçok verimsizliğini ele alarak yanıt vermek yerine, şirket daha da kötüleşti. Hirschman, tüketicilerin kaybının, devlet firmasının değerli geri bildirimlerini reddettiğini belirtti. Nijerya’daki demi ryolu taşımacılığı hakkındaki bu gözlem, olağanüstü etkili kitabı Exit, Voice and Loyalty’ye dönüşen tohumdu. (“Hirschman ayrıca Nobel Ödülü’nü tamamen hak etti, ancak asla bir tane alamadı” diyen taraftayım.)
Bu hikayeler, dünyayı tüm çeşitliliğiyle görebilmenin değerini kanıtlıyor. Sosyal bilimler, alınan bilgelik, alışılmadık ortamlarda “anormal” davranış veya sonuçlarla karşı karşıya kaldığında ve yerel koşulların çeşitliliği tam olarak göz önünde bulundurulduğunda zenginleşir.
Bir avuç zengin ülkenin sözde yazarları gerçek bilgiyi veremez
Sonuç olarak tuhaflık da olsa bile yerinde yapılan gözlemlerden çıkarılacak hakkaniyetli sonuçların tartışmasız olduğu şerefli bir disiplini artık konuşuyor olmamız gerekiyor. Mevcut ekonomi disiplininin yapısı yerinde gözlemi maalesef bilmeye müsait değil. Önde gelen ekonomi dergilerinin yazar kadrosuna baktığımızda ağırlıklı olarak bir avuç zengin ülkede bulunan yazarlar tarafından domine edilen bir yapı görüyoruz. Belki de hayatı boyunca iki yumurta bile kırmamış bu adamlar topluluğu, koca göbekleriyle doldurdukları makam masalarının arkasından, gezegenin nasıl bir gelecek tezahürü içinde olmasını politika yapıcılar için yazıyorlar. İşte size bir tüyo, bir yazar ne kadar fitse emin olun o kadar geziyor, yerinde gözlem yapıyordur. (Burada sağlık sorunları nedeniyle kilo almak zorunda kalan dostlarımı tenzih ettiğimi vurgulamak isterim.) Öte yandan, mesleğin bekçileri de benzer şekilde zengin ülkelerdeki akademik ve araştırma kurumlarından geliyor. Dünyanın geri kalanında seslerin yokluğu sadece bir eşitsizliğe neden olmuyor, maalesef disiplini de fakirleştiriyor.
Yazarlarının zengin ülkelerde ikamet ettiği dergilerde biz hangi hakikati bulacağımızı düşünüyoruz? Burada sizlere duyarlı bir kişiliğin minik bir araştırmasından pasaj vermek istiyorum; “Uluslararası Ekonomi Derneği’nin başkanlığını devraldığımda, ekonomi yayınlarına katkıda bulunanların coğrafi çeşitliliği hakkında veri aradım ancak şaşırtıcı derecede kıt olan kapsamlı ve sistematik kanıtlar buldum. Neyse ki, Torino Üniversitesi’nden Magda Fontana ve Paolo Racca ile Milano’daki Università Cattolica del Sacro Cuore’den Fabio Montobbio tarafından yakın zamanda toplanan veriler bazı çarpıcı ilk bulgular sağlıyor. Şüphelendiğim gibi verileri önde gelen ekonomi dergilerinde aşırı bir coğrafi yazarlık yoğunluğu gösteriyor. İlk sekiz dergideki yazarların yaklaşık yüzde 90’ı Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa’da yerleşik. Üstelik bu yayınların yayın kurulu üyeliklerinde de durum benzer görünüyor.”
“Eğitim ve öğretim farkından dolayı eşitsizlik söz konusu” diyenler kendini kandırmasın
Zengin ülkelerin küresel GSYİH’nın yalnızca üçte birini oluşturduğu göz önüne alındığında, aşırı yoğunlaşma tamamen yetersiz kaynaklarla veya dünyanın geri kalanında eğitim ve öğretime daha az yatırımla açıklanamaz. Elbette ki bu faktörler kesinlikle dikkate alınmalıdır. Ancak bu durum “eğitimsizlikten kaynaklanıyor” diye görüş belirtmek, kesinlikle kör bir bakışın ve bağnaz bir paracı zihnin yansımasıdır aslında.
Ekonomik ağırlığa göre yazar seçmenin riyakarlığını anlamak
Gerçekten de son yıllarda büyük ekonomik adımlar atan bazı ülkeler yine de en iyi dergilerde ciddi şekilde yetersiz temsil edilmeye devam ediyor. Doğu Asya, küresel ekonomik çıktının yaklaşık üçte birini üretiyor ancak bölgedeki ekonomistler büyük dergilerdeki makalelerin yüzde 5’inden daha azına katkıda bulunuyor. Benzer şekilde, Güney Asya ve Sahra Altı Afrika’dan gelen yayınların payları çok küçük ve bu bölgelerin dünya ekonomisindeki zaten küçük olan ağırlığından önemli ölçüde daha düşük bir seviyeye hayretler içinde bakıyorum.
Kaynakların ve eğitimin ötesinde; ağlara erişim, bilginin üretilmesi ve yayılmasında anahtar görevi görüyor. Bir araştırmanın ciddiye alınıp alınmadığı, yazarların doğru okullara gidip gitmediğine, doğru insanları tanıyıp tanımadığına ve doğru konferans devresinde seyahat edip etmediğine bağlı. Ekonomide, ilgili ağlar ağırlıklı olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da bulunduğuna göre gezegenin kurtuluş reçetesi bir grup idealiste kalmış olabilir.
Sonuç olarak yazımızın başında da belirttiğimiz üzere, ekonomi şu anda cinsiyet ve ırksal dengesizlikleri açısından bir ruh arayışı döneminden geçiyor. Bu sorunları ele almak için Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’da birçok yeni girişim devam ediyor. Ancak coğrafi çeşitlilik tartışmada büyük ölçüde eksik kalıyor. Ekonomi, bu açığı da ele alana kadar gerçek anlamda küresel bir disiplin olmayacaktır. Olduğunu kabul etmek ise dünyanın çözüm bekleyen evrensel sorunlarına ihanet etmekle eş değerdir. Sanırım biraz keskin bir ifade oldu. Lakin bu dünyanın düzenini inşa edenler maalesef ki centilmen bir dilden anlamıyor dostlarım.
Güç ve onur sizinle olsun.
#GreenHuman